ABD’nin 20. Yüzyıl Başından Bu Yana Tarife Uygulamaları ve Piyasa Etkisi
ABD Başkanı Trump’ın seçilmesinden, hatta anketlerde güç kazandığının görüldüğü seçim öncesinden bu yana tarifeler piyasaların ana gündem maddelerinden biri durumunda. Seçim öncesi bu tür girişimlerin kademeli şekilde uygulanacağı vaadi, seçimin hemen sonrasında yerini agresif politikalara bıraktı. Son olarak ABD yönetimi Çin mallarına toplamda 104%’e varan gümrük vergisi artışı getirdi. Çin de buna sert şekilde karşılık vererek, ticaret savaşının sanıldığı kadar kısa ve müzakereye çok da açık olmayabileceğini gösterdi.
Bu yazımızda 20. Yüzyılın başlarından beri ABD’nin uyguladığı tarife politikalarını çok kısa şekilde hatırlatacağız. Amaç ise, aslında bu uygulamaların çok uzun zamandır süregeldiği ve Çin’in karşılık vermesiyle tekrar idrak edildiği gibi kısa süreçler olmadığının hatırlanması.
20. yüzyılın başlarında verebileceğimiz ilk örnek dönemin Cumhuriyetçi Başkanı William McKinley liderliğinde çıkarılan Dingley Yasası ile uygulanan tarifelerdi. Ortalama 47% gümrük vergisi oranı ile tarihinin en yüksek tarifelerinden biri olarak kayda geçen bu uygulamada amaç, Trump’ın iddia ettiği şekilde sanayiyi korumak ve cari açığı küçültmekti.
Sanayileşme hızlandı ve yerli üretim desteklendi. Ancak ithalat maliyetleri artarak enflasyonu yukarı çekti. Ayrıca Avrupa tarafından tarifelere karşılık verilmesi küresel ticarette gerilimi tırmandırdı ve ticaret hacmini de olumsuz yönde etkiledi. Zaten henüz süper güç sıfatına erişememiş ABD, bu uygulamadan yıllar sonra büyük bir krize sürüklendi.
Payne-Aldrich Tarifesi 1909’da yürürlüğe girdi ve Dingley tarifelerinde yer alan oranları ortalama 40%’a getirerek daha ılımlı bir tablo ortaya çıkardı. Ama asıl değişim, Underwood tarifeleri ile 1913’te devreye girdi. Bu dönemde vergi oranı ortalama 26%’ya geriledi. Ancak federal açığın temini için de gelir vergisi getirildi.
Underwood her ne kadar küresel piyasalara açılma açısından daha elverişli bir ortam sunsa da, 1. Dünya Savaşı’nın gölgesinde kaldı.
1929’daki Büyük Buhran’ın etkileri hissedilirken, 1930’da Smooth-Hawley Yasası ile devreye giren tarifeler olumsuz etkileriyle anılıyor. Küresel ticaretin 5 yıllık dönemde yaklaşık 65% azaldığı düşünülüyor. Dingley tarifelerine benzer şekilde Avrupa ve ek olarak Kanada’nın misillemesi ticareti daha zayıf hale getirdi.
Bu dönemde ABD 20 binden fazla ithal ürüne ortalama 40 – 50% gümrük vergisi devreye soktu. Amaç yine sanayiyi korumak olsa da, ABD ihracatı yarı yarıya düştü. Tarım sektörü zayıfladı. Büyük Buhran’ın etkileri daha hissedilir hale geldi. İşsizlik 25%’e kadar yükseldi. Bu kriz bazılarınca tarafından 2. Dünya Savaşı’na neden olan yapıtaşlarından biri olarak görülüyor.
2. Dünya Savaşı sonrasında ABD korumacı politikadan uzaklaştı ve küreselleşmeyi destekledi. Ticaret Anlaşması ile ABD’nin ortalama tarifeleri 1950’li yıllarda 20%’nin altına kadar indi. Hatta 1970’lerde bu oran 10%’un da altına geriledi. Bu dönem küresel ticaret açısından çok parlak olsa da, ABD’nin bazı alanlarda ve özellikle bazı ülkelere karşı rekabette zayıflamasına neden oldu.
1980’lerde Başkan Reagen döneminde ise daha çok hedefe yönelik vergiler uygulandı. 80’ler Japonya’nın özellikle otomotiv ve elektronikte ABD’ye kafa tuttuğu dönemlerdi. ABD, Japonya’nın ticaret ilişkilerinde adil olmamakla suçladı ve 1985’te doların değerini düşürerek Japonya’nın ihracat gelirini önemli ölçüde düşürdü. 90’larda Japonya durgunluğa girince gerilim azaldı.
ABD tarafında ise bu dönem otomotiv sektörünü korusa da, Japon üreticiler ABD’de fabrikalar açarak bu engeli aşmaya çalıştı. Fiyatlar yükselirken, 1987’deki Kara Pazartesi bu dönemde yaşandı.
1994’te Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA) ile ABD, Kanada ve Meksika aralarındaki tarifeleri büyük ölçüde kaldırdı. Bu daha çok Meksika ve Kanada ihracatına yararken, ABD’ye göçlerle birlikte ucuz hale gelen istihdam maliyeti gelir eşitsizliğini artırdı.
2002’de George W. Bush, çelik ithalatına 30%’a varan gümrük vergisi getirdi. Bu ABD çelik sektörünü destekledi. Ama inşaat ve otomotivde artan maliyetler, Avrupa’nın misillemesi enflasyonu yukarı çekti. Zaten Dünya Ticaret Örgütü de bu uygulamayı yasa dışı buldu ve tarife 2003’te yürürlükten kalktı.
Trump ilk döneminde adil olmayan ticaret uygulamalarını gerekçe göstererek Çin’den 50 milyar dolar değerindeki mal ithalatına 25% gümrük vergisi getirdi. Çin misilleme olarak soya, otomotiv ve diğer bazı ürünlerin ithalatına, eşdeğer artışla karşılık verdi. Bir yıl sonra, 2019’da ABD 550 milyar dolarlık Çin ithalatının büyük kısmına 10% ile 25% aralığında vergi getirdi. Çin 185 milyar dolarlık tarife ile karşılık verdi.
2020’de Birinci Faz olarak anılan anlaşma ile gerilim azalsa da birçok tarife yürürlükte kaldı.
Günümüze gelecek olursak, Trump şu ana kadar tarihin en sert tarife uygulamasını karşımıza çıkarıyor. Çin’e uygulanan tarifeler 104%’e varmış durumda. Çin buna karşılık ABD mallarına 84% ek gümrük vergisi uygulanacağını açıkladı. Bu yazının hazırlandığı sıralarda Avrupa Birliği, 7 Nisan’da Avrupa Komisyonu’na sunulan tarife paketini oyluyor olacak. Paketin onaylanması bekleniyor ve bazı alanlarda ABD’de 25%’e varan tarifeler uygulanacak.
Olası Etkiler
Ekonomik büyümede baskılanma, bazı ülkelerde resesyon, bazı ülkelerde durgunluk olarak karşımıza çıkacak. Bazı ülkelerde büyüme hızı yavaşlayacak. Bunun ne kadar derin olacağını henüz tarife savaşı tamamlanmadan kestirmek güç. Fakat burada özellikle büyüme ile fiyatlar arasındaki ilişkinin nasıl ilerleyeceği, bu kriz sürecinin uzamasında yine tartışma konusu olacaktır. Pandemi bu konuda bize yakın bir deneyim sunmuştu.
Altın şu ana kadar net tepkiler vererek rekor tazeledi. İşlem kaynaklı kar satışları dışında güvenli liman talebi gördü ve tahviller de buna eşlik etti. Hisse piyasalarında sert kayıplar şirket değerlerini eritmiş durumda. Bu durumun düşük faiz oranlarıyla birlikte yaşanmasının yine pandemiye benzer şekilde tasarrufları artırarak yeni balonlara zemin hazırlama ihtimali belki de bu yıl bile konuşabileceğimiz başlıklardan biri olabilir. Düşük faiz oranları da, özellikle büyümenin baskılanabileceği endişesinin hakim olduğu süreçte Fed’in sanılandan çok daha fazla faiz indirebileceği ihtimaliyle gündemimize geliyor. Ancak Fed’in bu konuda ekonomik göstergelere mi, yoksa Eylül’deki gibi endişeye dayalı mı hareket edeceği önemli olacak.
Şu an bahsedebileceğimiz yatırım araçlarının çoğu, ne söylersek söyleyelim davranışsal finans psikolojisiyle bizi yanıltma açısından çok büyük bir güce sahip. Hisse piyasalarını genellersek, tabi ki elverişsiz durumdalar. Ancak bunun bir fırsat oluşturup oluşturmayacağını kestirmek güç, çünkü bunu destekleyen bir haber akışı henüz ufukta görünmüyor. Ancak piyasa bir şekilde dibi bulmaya çalışabilir. Ancak ucuzu ararken, riski yönetmek çok daha önemli hale geliyor. Hikayeye erken girmeye çalışarak uzun sürede riskte beklemek ve belki de bekleyemeyecek kadar yıpranmak yerine, risk / kazanç rasyosunu tekrar hatırlayarak verimli şekilde uygulamak ve kademeli hareket etmek çok daha sağlıklı olabilir. Özetle yeni hikayeye geç katılmak, şu anki hikaye bitmeden giriş yapmaktan daha avantajlı olabilir.